31 Temmuz 2014 Perşembe

Kötü tecrübe: Talidomit

Talidomit ilk kez 1957 yılında Almanya'da Contergan adıyla piyasaya sürülen bir ilaç. Bu ilaç hamile kadınlardaki sabah bulantısının giderilmesinde etkiliydi ve reçetesiz olarak 46 farklı ülkede onbinlerce adet satıldı. Ancak 1960'ların başına gelindiğinde korkunç bir şey farkedildi: Talidomit, ilacı kullanan kadınların bebeklerinde mutasyona neden olmuş ve on binden fazla sayıda çocuk sakat doğmuştu (fokomeli). Bu çocukların ise ancak yarısı yaşayabilmişti. Bunun üzerine talidomit marketten hızla çekildi ve kullanımı yasaklandı.

Kanunları pek sevmediği anlaşılan Jacob Sheskin adlı bir hekim 1964 yılında talidomiti çok ağır cüzzamı olan bir hastaya verir. Hasta ilacı aldıktan sonra uzun bir süre uyur ve uyandığında yataktan kendi başına kalkabilecek güce gelmiştir. Bu sonucun ardından molekülün cüzzam üzerine etkilerinin incelendiği çalışmalar başlar. Bugün talidomit cüzzam başta olmak üzere çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılıyor.

Peki mutasyon faciasının ardından talidomit nasıl oldu da tekrar eczanelerdeki yerini aldı?


Talidomitin bir tane kiral merkezi vardır ki bu da molekülün iki tane enantiyomeri olduğu anlamına gelir. Molekülün R-enantiyomeri ilaç görevi görürken S-enantiyomeri mutajeniktir. Talidomit faciası, ilaç olarak piyasaya sürülen ürünün rasemik karışım (her iki enantiyomeri eşit miktarda içeren) olmasından kaynaklanmıştır. Ancak olayın kötü noktası, R-talidomit saf olarak kullanılsa dahi molekülün vücut içnde rasemikleşerek S-enantiyomerine dönüşebilmesi... Bu yüzden talidomit -üzerinde yoğun çalışmalar yapılsa da- hala kuşkuyla yaklaşılan bir ilaç olmaya devam ediyor.

*http://en.wikipedia.org/wiki/Thalidomide 
*ucdavis
*DOI 10.1002/chir

Tellür Nefes

Diğer periyodik akrabaları kükürt ve selenyum gibi tellür bileşikleri de kötü kokuludur. Ancak tellürün ayrıca değinilmesi gereken özel bir noktası var: Çok az miktarda dahi tellür veya bileşiklerini ağız yoluyla alan bir insan haftalarca hatta bazen aylarca sarımsak kokuları yayar. Bu uzun süreli ağız kokusuna tellür nefesi denir. Bu konuda bildirilmiş en uç vaka 0.015 g tellür oksit yutan bir insanın 237 gün boyunca nefesinin sarımsak kokması... Kokunun nedeni ise tellür ve bileşiklerinin metabolizma tarafından pis kokulu dimetil tellürüre dönüştürülmesi.

Ref
[1] http://pediatrics.aappublications.org/content/116/2/e319.full.pdf

En kötü kokulu kimyasal

Kimya laboratuvarlarının tipik bir sorunu kötü kokulu olmalarıdır. Bir süre sonra bu kokulara öylesine alışılınır ki bir insan laboratuvar kapısının önünden kusma vaziyeti almış şekilde hızla geçip giderken, siz bu insanı rahatsız eden kokuyu almak için boşuna burnunuzu çeker durursunuz.

Yine de bazı kimyasalların kokularına alışmak imkansızdır: Aminler (balık kokulu üçüncül aminler, sperm kokulu piperidin), karboksilik asitler (100 tane ayak kokusunun konsantresi bütirik asit), merkaptanlar...

Yazının mevzu bahis molekülünü çok büyük olasılıkla hiç koklamadınız çünkü son ürüne yönelik sentezi çok az yapılmış ve kokusundan dolayı kullanımı genellikle in situ. Molekül, bileşiklerinin kötü kokusuyla nam salmış kükürdün periyodik kardeşi olan selenyuma ait: karbon diselenür. Molekülün ilk sentezi Almanya'da bir grup tarafından 1936 yılında yapılmış. Sentezin bildirildiği makalede şöyle ilginç bir olaydan bahsediliyor[1]: "Sentezlenen gazın laboratuvardan sızması sonucu öylesine kötü bir koku yayıldı ki, yakınlardaki bir köy bir süreliğine tahliye edilmek zorunda kalındı"

Ref
*[1]http://pipeline.corante.com/archives/2005/0/03/things_i_wont_work_with_carbon_diselenide.php
*İlgili Makale: DOI 10.1002/cber.19360690626

Nikel Etimolojisi (Şeytan’ın Bakırı)


Nikelin filizlerinden biri olan NiAs (nikolit, eski adı: Kupfernickel) bakır görünümlüdür (resme bakınız). Gümüş aramaya çıkan madenciler karşılarına çıkan bu filizden bakır elde etmeye çalışır ama başarılı olamazlar. Madenciler bal gibi gördükleri bakırı bu filizden ayıramamalarını şeytanın işine yorar ve bu filize İsveççe bakır (kupfer) ve şeytan (nickel) sözcüklerinden yola çıkarak kupfernickel adını verirler. Mineralog Axel Fredrik Cronstedt 1751 yılında nikeli başka bir filizden (Gersdorffite, NiAsS) elde eder. Bu metalin özelliklerinin Kupfernickel filizinden elde edilen metal ile aynı olduğunu görür ve elde ettiği metale kısaca nickel der.

Kaynak
*http://etymonline.com/index.php?term=nickel
*http://elements.vanderkrogt.net/element.php?num=28
*Resim: http://skywalker.cochise.edu/wellerr/mineral/niccolite/6niccolite105.jpg

Kobalt Etimolojisi (Kulübe Cinleri)


Kadim çağlardan beri bilinen bir element olan kobalt doğada genellikle arsenik ile birlikte bulunur ve ilk çağlarda kobalt elde etmeye çalışan madenciler bu arsenikten dolayı zehirlenmektedir. Madenciler zehirlenme nedenini ise “kobold” adını verdikleri kötü cinlere bağlarlar. Kobalt sözcüğü, eski Almanca olan bu sözcükten gelir.

Kaynak
http://etymonline.com/?term=cobalt
http://elements.vanderkrogt.net/element.php?num=27

Hidrojen Etimolojisi (Su Oluşturan)

Hidrojen ilk kez 16. yüzyılın ünlü simyacısı Paracelsus tarafından “sülfürik asit içinde demirin çözülmesiyle oluşan gaz” olarak tanımlanmıştır. Joseph Priestley, yanıcı olan diğer gazlar ile kıyaslayarak hidrojene “yanıcı olmayan gaz” demiştir (Oysa Hindenburg faciasından da pek ala bildiğimiz gibi hidrojen yanıcı bir gazdır). Çağdaş kimyanın babası Lavoiser, oksijenle birleştiğinde suyu oluşturduğunu doğruladığı* bu gaza latince “su oluşturan” anlamına gelen (hydros: su, gene: oluşturan) hydrogène adını verir.**

*Bu gözlem ilk kez Cavendish tarafından bildirilmiştir.
**İsim babası olarak farklı kaynaklar G. de Morveau, Berthollet ve Fourcroy isimlerini de anar.

http://etymonline.com/index.php?term=hydrogen
http://elements.vanderkrogt.net/element.php?num=1
Resim: http://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/8/83/Hydrogen_discharge_tube.jpg

Patlayıcıfiliklere İyi Haberler


Klapötke ve Piercey yakın bir zamanda 10 tane azot atomunun artarda sıralandığı bir molekül sentezlediklerini bildirdi (Şekil, N10)[1]. Tahmin edebileceğiniz üzere molekül bir hayli patlayıcı. Öyle ki çalışma grubu makalelerinde şöyle bir cümle kurmuş: “İşbu bileşik hunide kurutulmadı çünkü kuru katıyı elde etmeye yönelik girişimler kaçınılmaz şekilde çok yüksek sesli patlamalarla ve laboratuvar gereçlerinin kırılmasıyla sonuçlandı.” Yine makalede bahsedildiği üzere Raman tüpüne örnek alma, rotary evaporatörün dönme hızını yavaşlatma gibi durumlarda dahi “kasıtsız” patlamalar gerçekleşmiş.



Bu çalışmadan çok kısa bir süre sonra ise Cheng, Yang ve çalışma ekibi ise 11 azotun ardarda sıralandığı bir molekül sentezlediklerini bildirdi (Şekil, N11)[2]. Bu azotlara bağlı olmayan molekül üzerindeki fazladan iki azot atomu da cabası… İlginç olan ise N11 bileşiğinin N10'dan daha kararlı olması!...

[1] http://pubs.acs.org/doi/abs/10.1021/ic200071q
[2] DOI: 10.1002/anie.201300117